Monday 31 October 2011

notlar: Ali Artun | Modernliğin Sınırında

Ali Artun
Modernliğin Sınırında
;Eleştiri, Özerklik, Siyaset
Üç Konuşma

Eleştiri ilk kez kafelerde ve salonlarda örgütlenmeye başlanıyor. Kiliseler ve saraylardan sonra bu önemli bir dönüşüm. Bu örgütlenme özerklik, eleştiri ve modernizm aynı zamana denk geliyor. Sanat iktidarın tekelinden kamuya açılıyor. Sanat eserinden çok sanatçı hakkında konuşulmaya başlanıyor.

Coubert ünlü bir müzenin yanına ilk kişisel sergiyi, kendi sergisini bir çadırda açıyor.

Kahveler de edebiyat ile birlikte bir üretim söz konusu. Meşerret Kahvesi Halit Ziya’dan Edip Cansever’e, müdavimleri olan kahvelerden bir tanesi.

Eleştirinin kışkırtılması kahve ve salonlarda... Sanat için sanat.

Okullara 18. yy’da sanat tarihi dersi ekleniyor. Sanat kendi zamansallığını oluşturmaya başlıyor. Modern eleştiri de bu dönemde ortaya çıkıyor.

Salonları düzenleyenler aristokratlar ya da kurtizanlar yani kibar fahişeler. O dönemde güzel kadınlar sanatçıların esin kaynağı. Kurtizanlar aynı zamanda entellektüel birikimi olan kişiler.

Sanatın tarihselleşmesi fotoğrafın icadına dayanır. Arşivleme önemlidir. Eleştirinin kurumsallaşması da böyle başlar.

Gazetenin çıkışı önemli bir diğer etki. Gazate ile sanat kurumsallaşmaya başlar. Sadece müze gibi işleyen gazeteler var. Ancak zamanla reklam – gazete ilişkisi gazeteyi dönüştürür. Sanatı liberal çıkarların aracı haline getirir.

Tüketim toplumu, medya, renkli televizyon.... (iç kararması ...)

Habermas’a göre kamunun yerini kitle, kamusal alanın yerini kitle iletişimi alır.

Sanat, sanat işletmelerinin tekeline girmeye başlar. Öte yandan gösteri toplumuna uyum sağlamaya başlar.

Sergiler artık ya haberdir, ya reklamdır. Eleştirel muhakemenin bir düşüncenin bir tepkinin aracı değildir.

Kültürel eleştiri bağlamında eleştiri yeniden dooğmaktadır. İktidarı sökmeye çalışır ve onunla yüzleşir. 42

Sanat ve özerkleşme tohumları rönesansta başlıyor. Modernleşme ile birlikte.

Hollandanın yeri önemli. Hollanda’da 17. yy’da sanat piyasası kilisenin önüne geçiyor. Kilise zayıf olduğu için...

Gündelik hayat, bireyselleşme önem kazanıyor. Mimetik estetiği eskiz estetiği haline geliyor.

Salon sergileri ile sanatın kamuya açılması 1737; galeriler 19. yy’da açılıyor.

Sembolik iki tarih 1848 – modernizmin başlangıcı; 1968- postmodernizmin doğuşu. Yani Paris ayaklanmalaı ile öğrenci ayaklanmaları.

Avangard özerkliği radikalleştirerek bir karşı kültür oluşturuyor.

Ah bu sitüasyonistler, romantikler....

Müstesna Kadavra dili kırma oyunu. Herkes bir kelime yazıyor altalta on kelime...
Şizofren önemli. Şizofren zamanı taşımadığı kendi zamanı olduğu için.

(Guy Deborg- gösteri toplumu 89)

Wednesday 5 October 2011

notlar: Ali Akay | Deleuze seminerleri

3, 4, 10, 11, 17, 18, 24, 25 . 02 2011 | aksanat ali akay , deleuze

10 02 2011 1

Delirium: Dinsel, ırksal, nöbet anıdır. İbrahimin oğlunu Allah’a kurban etmesi gibi.

Şizo- analiz, bu delirium’u bireysel alanın içine çekmeye çalışıyor. Anti ödipal.

İbrahim örneğinde, babanın çocuğa göre ilkselliği ve önselliği (ödip) söz konusudur. Sosyal yatırım mekanizması (tanrıya kurban ediyor ya) olan aile yatırım mekanizmasından daha önemlidir.

Babanın şizo-analizinde, babanın arzusunun ilkselliği, sosyal alanda arzunun önselliğine işaret eder.

Nedir arzulanan makina?

Arzu ilktir ve sosyal alanda sürekli yersiz yurtsuzlaşır. Kesintiye uğrar. ( Kesinti- akışkanlık – kesinti memeden süt emme ve sütün kesilmesi gibi.) Arzunun hareketi öznellik hareketidir. Manipule eden kimse yoktur.

Platon, ideasının arkasında derin bir gerçeklik olduğunu söyler.

Deleuze bunu reddeder! Derin gerçeklik yoktur der. Herşey simulakada oluşur der.

D. aynı zamanda dil dil-altı ile birlikte çalışır der. Dil öncesi veya dil-altını kullanan, o şekilde algılayan ve yaşayan, dolayısıyla aşkın/ güzel ruh diye tabir edilen, Kantta hiç ulaşılamayan transandental özne olan, dilin kodlamalarına mağruz bırakılmamış ruh yoktur. Zaten olduğunu söyleyenler de ya o dile hiç ulaşılamadığını (Kant) (dolayısıyla deneyim’İ reddeder) ; ya da o dile ulaşanların tekbenci (çoğunluğa katılmayan kendi soyut evrenselliğinde yaşayan) olduğunu söylerler (Hyppolite).

Yersiz yurtsuzlaşmış bir aksiyonun yeniden yerine koyduğu yüzey sosyüstür.

Baba ve çocuk arasındaki ilişkinin en ilginç yanı geçmiş geri dönülerek okunan bir şey değil, geçmiş şimdiki zamana oturan bir alandır. Geçmiş anda oluşur. (bu Proust’ta da böyle)

Deleuze’ün bilinçaltı değil bilinçdışı makinaları olmaktan bahsedişi gibi.

Arzulanan makina: Su değil çanta almayı tercih ediyorum. O halde çantayı arzuluyorum. Ama ben arzu eden değilim. Ben de çanta tarafından arzulanıyorum. Bu karşılıklı bir durum. Öznelliğini unutmuş bir ilişki içerisindeyiz. İkimiz de arzulanan makinayız.

Çünkü ilksel olan arzudur. Sosyüs üzerinde kendini açığa vurur.

Akışkanlık önemli. Akıp kesilmeler bireyi oluşturur. Birey bir esneklikte var olur. Çizgilerden oluşur. Katı, bölünmez bir bütün değildir.

Yersizyurtsuzlaşma daki çizgiler de şöyleydi: birçok şey bireyi oluşturur ve onu yersizyurtsuzlaştırır. Coğrafya, tarih, geçmişi, göçebe denilen yer kavramı,...

Yersiz yurtsuzlaşan kişi çizgilerden birinin şimdiki zamanda yukarıya gelmesi hareketiyle bir süreliğine yerini bulur. Zaman içinde bulunduğumuz anlar mı yoksa içine gireceğimiz boşluk mu?

Eğer üretim ve yeniden üretim varsa arzulanan makinalar vardır. Sanayisizleşme var: çünkü sermaye kayıyor. Kapitalizme ne oldu bugün?

Yaban toplumlarında Şef tek çalışan kişi ve kar’ı /artık pararyı/artı değeri hediye eden kişidir. Sadece tüm kadınlar onundur o kadar. Yoksa tanrı tarafından lanetlenir. Yaban sosyüs vücut kodluyor. Ritüeller; kadın sünneti, erkek sünneti, vücuda yaralar yapılması... Homoseksüalite: Kadın ve erkek çocuk isterse evlenir. Esas zevk, kadının erkek kardeşi ve erkek arasındaki ilişkidir.

Despot toplumlarda(osmanlı) despot örneğin halife ve kraldır. Yabanınki kodlamaysa, despotunki üst-kodlamadır. Tarihi kodlar. Marx Asya despotizmi diye barbarları adlandırır.

D ve G Marx’ın aksine, diyalektiğe farklı bakar. Çelişki besler ve oluşturur der. Kapitalizm çelişki ile akışkanlık sağlar.Simondon akışkan lık stabil bir ilişki kurmayı engeller der. Metastabil birşey olan insan kapitalizmdeki çelişkiden beslenir der.

Kapitalizm evrensel olan tekşeydir. Evrensel hiç birşey yoktur. Kant’ın evrenseli burada reddedilir.

Sermayeden oluşan kapitalizm kaygan bir zeminde harket eder. Yer değiştirir. Kapitalizim ve şizofreni birbirine benzeyen ve birbirini besleyen iki rejimdir. Kapitalizmin de sermayenin de çelişkileri vardır. Arzulanan makina ve arzulanan üretim birlikte işliyorlar.

Kapitalizmine ne oldu sorusuna dönüş: Despotik toplumlar dışa kapalı olduğundan ilerlemeye kapalı oldular. Çin, Çin seddini kurdu. Ama avrupa da artık duvarlar ördü. Vize, yasalar, ... Ve avrupa yaşanılan işleyen umut yeri değil kültürel turistik bir yer haline geldi. Orta sınıfı çöktü. Siyasi gücü azaldı. Yatırım yok.

Ancak Çin’de despotikliğini sınırları dışında aştı. Kuzey Avrupaya yerleşiyorlar, mutfaklarını götürüyorlar. Yani kapitalizm zemin değiştirdi. Evrensel ya kaydı bir de işte.

Kapitalizm yer değiştire değiştire ilerliyor. Bir organizma kapitalizim. Kendi şizofrenlerini kapatıyor. Şizofreni kendine benzer. Kapitalizmin iç sınırı sermaye, dış sınırı şizofrenidir. Kendine benzeyeni kapatıyor. ( Foucaultun 17. yy da büyük kapatılma diye adlandırdığı... Burda F. Descartes’in kartezyen düşüncesi ile büyük kapatılma arasında bir ilişki kurar.)

Yabanlar kayıt makinasını icat ettiler. Kendilerini kaydettiler. Bu mega makinadır.

ORGAN bu başlığı ben attım tabii ki – “anüs, fallüs, penis”

Despotik ve yaban toplumlara nazaran bugünkü toplumların kodsuzlaştırdığı büyük bir “organların özelleşme hareketi” var.

Organsız beden: Tüm organlar özerktir. Kendi organizmaları vardır. Beden organsızdır.

İlk özelleştirilen organ anüstür. “Anüs modeli” ( bu ne bilemedim.bir resim bir sembol var bilmediğim. Nedir bu nedir bu? ) Paranın özelleştirilmesinin başlangıcı anüsün özelleştirilmesidir. Arzulanan üretimden arzulanan makinaya geçiş! Para despotun elinden çıkıp, kendi kendine çalışan bir sermaye haline gelmiştir.

Sermaye elden ele geçen bir fahişe! Borsa gibi. Anüs özel mülkiyetin başlangıcıdır. Kodsuzlaştırılmış soyut alışkanlıklar. Para ekonomisinin anal karakteri anüsten gelir.

Penis ise sembolleştirilmiş. Erkekte var kadında yok anlayışı (süblimasyon - yani yüceleştirme) ile psikanalizin fallüs’ü... Yabandan despota, penis fallus oldu.

Aşma, penisten falluse doğru yukarı giden bir harekettir. Anüste aşma ilişkisi yok. Anüs bir döngü. Ne yukarı ne aşağı gider. Anüs falluse karşı akışkandır. Para gibi. Süblümasyona uğrar. Süblümasyon anüsü boktan kurtarır. Organ olarak anüs ikinci plana düşer. Kodsuzlaşır. Penis sembolleşirken, anüs artık organ değil yüceltme ile kodsuzlaşır.

Fallüs-penis-anüs ilişkisinde arzu ilktir ve özü libidodur.

Libido niceliksel, formsuz bir soyut olarak karşımızda! Ana baba psikanalizde takılı kalmışız. Arzunun özü libidodur.

Sonraki seminerde:

Yaban toplumlar, despotik toplumlar ve kapitalist toplumlarda sosyüs nasıl kodları akışkanlığa sokar. Kodların akışkanlığa geçmesi formasyonunda arzunun kendisi nasıl çalışır?

---------------

11 02 2011 2

Fuat Onan’ın notları.

(Ali Akay despotlarla ilgili kaldığı bölümden koferansı açarken Mısır Despotu Hüsnü Mübarek’in son dakika istifa haberinin geldiğini söyleyerek konuşmasına başladı.

Tuhaf eş-zamanlılık ve tesadüf örneklerinden biri daha…)

Kaldığımız yerden…

İlkler (Yabanlar) üzerinde, yurdun sosyüsü…

Asya despotimizinde, despotların kendi bedeninin sosyüsü…

Kapitalizmde sermayenin kendi bedeni ,sosyüsü oluşturuyor..

(Yersi- yurtsuzlaşmış bir aksiyonun yeniden yerine koyduğu yüzey sosyüstür.)

3’ü arka arkaya geliyor değil…Arzulanan makine ile arzulanan üretim arasındaki birliktelik birbirine ekleniyor. L.Straus yaban dedi şimdi ‘ilkler’deniyor…

Kulağa hoş gelmiyor sanırım.(aşağılayıcı anlaşıldığı belkide)

Bütünleşmiş dünya kapitalizmi akışkanlığı kesiyor. 1972’de yazılan

Anti-Oedipus’u bugün yazmak mümkün değil.

80’li yıllara kış yılları deniyor..Kış uykusuna yatmış yıllar…

O zaman batı kapitalizminde yeni sorunlar çıktı…

Bugün Türkiyede de yaşanıyor.

Bugün bir nesil kopması var cumhuriyet ile genç nesil arasında…

Nesil kopması…

Türkiye’de Fonksiyon-İnsan birleşmiştir …

Fonksiyonun eleştirisi aynı zamanda o insanın eleştirisi oluyor.

Neşenin kesilmesi…Arzu akışının kesilmesi…Cinsel özgürlüğün kesilmesi..

Bu AİDS’le birlikte ortaya çıktı.

70’lerin feminist akımı kürtajı savunuyordu.Bir grubu kırdı geçti.

Foucault cinsellliğin Tarihi..Deleuze-Guattari’nin cinselliğe yaklaşımı…

Bugün feminizme bakış değişti…Yeni direnme hareketleri ortaya çıktı…

Refah devletini reddeden bir bakış ortaya çıktı. Sermaye yersiz-yurtsuzlaştı…

Kendi topraklarında göçmenleri bıraktı başka yerlere gitti

(batı insanının da doğu ülkelerine turistik gezilerinin artması gibi sanki…)

İlkel ve despotik kodları yok eden; yersiz-yurtsuzlaşmış olan kapitalizm evrensel bir kodlaşma sistemi kurmak istiyor.Yayılmacılığını bu şekilde yapmak istiyor.

Bunun iç sınırı sermayenin kendisi,dış sınırı ; şizofren.

Onun örgütlenme modeline uymayan Renault marka araba gibi

şizofreni çıkaran bir kapitalizm var.

Ama özdeş değiller.

Şizofren kapitalizme kendi farkını, kendi ölümünü ortaya koyuyor..

Çünkü şizofreni ilerde mutlak sınır haline gelecektir.

İşçi değişken bir sermaye haline geliyor.

Özgürleştirmiş olduğu feodal köylüyü doğadan alıyor

fabrikanın içine hapsediyor.Ona aile kurduruyor.

19. yy’da bir ‘aile polisi’ var.

Berduş, serseri, işsiz, aylak gibi tehlikeli sınıflara diyor ki,

“ –Her evlenene iş bulacağım ev vereceğim…

Ama bir şartla…İşine zamanında gel, çok içki içme..”

İşte çekirdek ailenin kuruluşu.

İşçi olan köylü de böylece yersiz-yurtsuzlaştırımış oluyor.

Ama organsız beden ve şizofren fabrikaya alınmıyor.

Kapitalizm her şeyi özgürleştirebiliyor gibi ama delileri değil…

1980’de sektör politikası çıkıyor. Modernize edilmiş hastaneler…

Psikanalizlerden oluşan bir zincir.Adresin belli…

Eğer belli aralıklarla hastaneye gitmezsen polis seni götürecek.

Aynı günümüzde ayaklarına dijital kelepçe takılan şehir mahkumları gibi..

Batı kapitalizmi yerine Asya kapitalizmini çıkardı…

Asya’da, Ç.K.P yeni kapitalizme eklenmeye başladı…

Çin Seddi merkezi devlete ait ama, her tuğla da bir kişiye ait.

Kapitalizm de artık her bir kanunu o vakayı ilgilendiren insanlar için yapıyor.

Onun için Kafka’nın Bay K’sı şatodan içeri giremiyor. Kapıda kalıyor.

Yeni sorunlar insan-doğa ayırımını ortadan kaldırdı.

Bastırılmış toplumsallığın kış uykusu idi 80’li yıllar.

(’Kış yılları-kış uykusu-Guattari)

(Türkiyede 80’lerdeki sıkıyönetim dönemi gibi)

Muhafazakarlığın dönemi…olarak ortaya çıkıyor.

Delez ve Guaatari’nin özgürlüğü marksistleri rahatsız etti.

İster kapitalist, ister sosyalist merkezileştirilmiş üretim olsun,

ikisinin de ödünç aldığı model m.ö 4000 yıl başlarında

Sümerlerde kurulmuş ilk şehir devleti olan UR devleti…

İster Faşizm, ister demokrasi, ister sosyalizm ve de ister kapitalizm olsun bütün bunlar kendi düzenleri içinde aşamadıkları ilk Sümer UR devleti içinde varlıklarını sürdürüyorlar.

Deleuze ve Guattari’nin özgürlük anlayışı

Anglo-anarşist düşünce içinde yaratıcı bir yankı yaptı.




Deleuze ve Guattari birbirlerine mektuplar yazarak fikir alışverişi sürdürdüler

Düşünen bilim insanlarıyla konuşmalar yapıyorlardı..

Antropologlar…Sosyologlar…Psikologlar vs.Bin Yayla da böyle yazılıyor.

Bunlar Guattari’nin şimşek hızıyla düşüncelerinden çıkıyor.

Makinesel bilinç-dışı –Şizo-analitik…

Guattari’nin düşüncesi anarşizme yaslanmış bir durumda değil…

Çünkü bireye doğru bir bakış var…

Bireyin sabitlenmeyen bir süreç yaşadığına inanıyor.

Birey üzerine kurulan anarşist bir felsefenin; özne haline gelmeyen düzenlemesi içinden anarşik bir yapı çıkmıyor. Hep ileriye giden bir şey var…Akışkanlık var…

Geçmiş-gelecek ve şimdiki zaman aynı anda kendini ortaya çıkartıyor.

Başka yerlere giden akışkanlılar geri dönüşlü değil…

Tek taraflı bir bakışa dönüşmüyor.

Anne-baba-çocuk mitolojisindeki suçluluk.

Oedipus’da bilmediği babasının öldürüp,

bilmediği annesiyle yatmasının utancı fazlasıyla temsiliyetçi…

“-Bir bireyin geçmişine ait dönüş..(ben-üst-ben-id)”

Bilinçdışı okuması aslında arzulanan üretimin kırılmasını getiriyor.

Anlatımın kollektif düzenlenmesi…

Söylenen bir şey kişinin çokluklarından çıkıyor. Hepimiz bir birey değil…

Benim konuşmalarım bana ait değil…

Tek bir öznenin bilinçdışına itilmiş durumudur anti-oidepus…

Deleuze,

“ Evet evet psikanaliz hep bilinçdışından söz eder.

Bütün bu pratik, bu kavramın içindeki anlamı kesen

ve teke indirgeyen ve bedeni aşağılayan bir bakıştır…” diyor…

Freud kendi döneminde bir devrim yaratır.

Melek çocuk ortaya çıkar ve de çocuk hayatın içinde kötü olur’ diyen hiristiyan bakışı…Freud, “Onun için bilinçdışını temizlemek gerekir” diyor.

Deleuz “- Psikanaliz için bilinçdışı bir düşmandır. Bu orda olandı.

Benim başıma gelen şey orda olan mı? Geçmiş benim başıma geliyor.

Saklı olanı su yüzüne çıkartmalıyız.” Freudyen bakış bunu söylüyor.

Suçluluk ve günah bunun bir parçası. Psikanaliz bilinçdışını yorumluyor.

Dikkat ediyorum yorum-bilimle (hermeneutik bakış) uğraşan insanların büyük bir kısmı muhafazakar. Teoloji-ilahiyat-yorumbilim arasında bir kesişme var. Yorumbilimci hep “-Ben diyorum ki…” diyor…

Émile Durkheim’de (1) Kardeşlik-Eşitlik-özgürlük kavramları laik olarak kullanılır ama bunun kökeni hiristiyanlıkta da vardır. Laisize edilmiş bir slogan Fransız Devrimine önderlik ediyor.

Auguste Compte ise pozitif-bilimsel bir din kurmak istiyor. Totaliter toplumun bakışını devralıyor.

Auguste Comte, sosyoloji ismini öne süren ilk sosyologtur. "Sosyoloji neden diğer bilim dalları gibi bir dal olmasın" tezini savunarak sosyolojinin temelini o zamanlarda attı. Ayrıca felsefede pozitif düşünce üzerine de çalışıyordu. Daha sonraları fizik, gökbilim ve kimya ile de uğraştı. Ayrıca Comte yaşadığı çağda altı bilimden sözetmiştir: Fizik, Matematik, Kimya, Biyoloji, Sosyoloji ve Astronomi'dir. Sosyolojiyi bunların üstünde görmüştür.Comte' un üç hal ya da üç durum yasası vardır. Bunlar:a) Teolojik ya da hayalî hal,b) Metafizik ya da soyut hal,c) Pozitivist ya da bilimsel haldir.Comte'e göre aile, din, devlet toplumun temel müesseseleridir. İnsan düşüncesinin hareket noktasında din bulunmaktadır. Comte fetişizmden politeizme oradan da monoteizme geçiş olduğunu savunmuş, müsbet bilim olması gereken pozitivist devrede insanlığın pozitivist bir dine sahip olması gerektiğine dikkat çekmiş dininde bu devrede insanlığa veya topluma tapma şeklinde olması gerektiğini savunmuştur.

İhtilalden sonra Fransada bir parçalanma yaşanıyor. Burjuva ve köylüler; Aristokratlar vr ruhban sınıfı arasında bir çatışma oluyor. Bunları nasıl eşitleştirebiliriz diye düşünülüyor.

Sonra tanrı ve hukuk önünde herkesin eşit olduğuna karar veriliyor.

Hayır !bazıları daha çok eşit, bazıları daha az eşit.

…..

Melanie Klein’a çocuk soruyor :

Çocuk – İnsanlar nasıl ortaya çıkar ?

Klein - Karın…(Halbuki çocuk annesinin karnından söz etmiyor)

Kleine savaşlardaki coğrafya haritaları üzerine çalışıyor.

Dönem Hitler Almanyası, Churchill İngilteresi…

Psikanalist Kleine çocuğa diyor ki :

“- Sen bir tarafta iyi bir baba, öbür tarafta kötü bir anne görüyorsun…”

Dikkat edin Hitler anne, Churchill baba !

Freud’un C. Jung’un rüyasına yaptığı yorumlar :

Jung - Bir gün bir kemik yığını gördüm düşümde…

Freud- Demek babanın…

Jung - Hayır bir sürü değişik katası gördüm. Galiba katliam olmuş.

Freud- Baban…(diyor hala Freud)

Jung - Sokakta atlar devriliyor.

Karşı taraftaki kıza aşık olan Hans oraya geçemiyor

Freud – Otoriter baskıcı bir pratik …Baba…(Arzunun önü kesiliyor)

At mı düşen ? Düşen atta babanı görüyorsun.

Bouchtron …Ren nehrinin denize bakan ağzını görüyor birisi rüyasında,

Pskanalist “-Hayır dereni ağzı değil, annenin ağzını görüyorsun…”

diyor psikanalist…Bouche aynı zamanda ağız demek…

Yorum-bilim işte

Melanie KLEİN
Temelde Freud’un izinde olan ve Budapeşte’den Berlin’e, oradan da 1926 yılında İngiltere’ye göç eden Klein, çocuklarla sürdürdüğü psikanalitik çalışmalarında ilgisini içleştirilmiş objelere odaklaştırarak psikanaliz kuramına farklı bir boyut getirmiştir. Yaşamın ilk yılının ruhsal gelişimin en belirleyici dönemi olduğunu vurgulayan Klein, 3-6 yaşları arasında yaşandığı düşünülen Oediepus Kompleksinin aslında yaşamın ilk ayının ikinci yarısında yaşanan memeden kesilme süreci içinde yer aldığı görüşündedir. Klein’a göre iç güdüsel dürtüler, spesifik obje ilişkileri içine geçişmiş karmaşık ruhsal fenomenlerdir. Klein’ın görüşleri başlangıçta İngiliz Psikanaliz Derneği’nde sert tartışmaların yaşanmasına neden olmuştur. Zamanla kuruluş içinde Klein’ı destekleyenler, ona karşı olanlar ve tarafsızlar olmak üzere 3 grup olmuştur. Klein ve Fairbairn’in çalışmaları ile “Şizoid İnsan” tipi tanımlanmıştır.

(Maurice Blanchot 1907 2003) Fransız edebiyat kuramcısı ve yazar.)

Blanchot, Aynı sesteki cümle ve kelimeleri kullanarak ayrı anlamlar çıkartıyor. Birazda eğleniyor asnda. Sonra kitaplarını böyle yazıyor.

Fakat psikanaliz bunu ciddi yapıyor…

….

Çirkin-Ahlaksız-Düşman = Psikanalizin bilinçdışı bakışı…

M.Foucault, “- Psikanalistler son kalan papazlardır…” diyor..

Örneğin bir çocuk kiliseye gidiyor ve papazla konuşuyor.

Çocuk - Bugün annemi düşündüm, yarın kız kardeşimi düşüneceğim.

Papaz - Aman sakın bunları düşünme…

Nietsche, Son papazdan kurtulmadıkça işler düzelmeyecek..” diyor.

İşte psikanaliz biraz bu…

….

Yabanlarda kodlamanın nasıl ikonografik (görsel) olduğundan söz ettik.

Dövme, yüzde açılan yaralar,boyna takılan halkalar, bedeni boyamalar…

Despotik Asya üretim tarzında ise yazının görselin yerini aldığını görüyoruz.

Asya Tipi üretim tarzı bürokratik bir devlet ortaya çıkartıyor.

Mısır firavunlarının en önemli figürü de katip… (yazıcı)

Çin edebi hayatındaise mandalinler-entellektüeller…

Despot bu yazılı kanunları topluma sunmak için Musa’nın tabletlerini çıkartıyor.(on emir) Yapmayacaksın…etmeyeceksin…sin..sin..sun… sun…

Hasım-hısım-akraba ilişkileri…Ben ona kadın veriyorum evlensin diye…

O da bana veriyor…Bir ittifak var.

Despotta bu ittifak bütün bu soy zinciri ilişkisini değiştiriyor.

Despot imparatorluğun çöküşü üzerinden yeni bir impratorluk kurmaya çalışıyor. Mısır üzerinden İsrail’in kurulması gibi…Bu bir ilerleme değil…

Marx ve Hegel’deki hayal, istek, eskisinin yerinin aşamalarla kırmak.

Marx’ta komünist dönemin tarifi, ilerleyen dünya en geçmişteki dünya…

(İlkel komünizmden-modern komünizme..)

Çelişkiler bulunarak kapitalizm yok olmaz.

Kimse çelişkiden ölmedi. Tam tersi çelişki akışkanlığı arttırır.

Artık yan kabileyle ittifak yok. Tanrıyla var…

Despotik makinenin soy zinciri ittifakların dikeyliliği ve genişlemenin yataylılığı ile yeni bir makine ortaya çıkartıyor.

Bu makine yabanlarda yok. Yurt yabanlarda bütün toplumsallığı oluşturuyor.

Yaban kabilelerinde şefin topladığı ürün hakkani olarak dağıtılıyor.

Despot toplumlardaki bürokrasi ise toprağı bir kişinin mülkiyetine veriyor.

Despot özel mülkiyete imkan tanımıyor. Osmanlının örgütlenmesi…

Bürokratik parti örgütlenmesi gibi...Parti bazen burjuvazisini değiştiriyor.….

Tanrı bana konuştu, bana yazdı, bana verdi…” diyor makinenin başındaki…

Mikel Ange kiliseye yapıtlarının yaparken bütün erkek sevgililerinin resmini çiziyor.Ritüeller toplumsal devamlılıkları sağlar…

Aslında Tanrıyla çok alakalı değil…

Din Tanrıya ait, büyü kamuya ait bir şey…Onun için de büyüye ceza var.

17. yy sonrası Tanrıyla yeni bir ittfak modeli geliştiriliyor.

Krallar artık entelektüel değil..Latince bilmiyorlar…


….

Levis Straus yapısal antropoljisini Freud’dan ödünç aldığı oedipal bakışla kuruyor. Bu bakışa karşı çıkan antropologlar da var.

Soğuk toplumlar = Tarihli / Sıcak toplumlar = Tarihsiz

L.Straus diyor ve devam ediyor “ensest yasağı evrenseldir”.

Freud ‘değildir diyor. Bazı konularda onunla aynı düşünmüyorlar.

İlkel toplumun tarihsiz olduğu fikri zayıf bir fikirdir.

Robert Castel : “ Psikanaliz eskiden çocuklarla uğraşırdı.Şimdi ailelerle uğraşıyor. Aileyi nasıl kurtaracağız diye çalışıyor.

“sen de çocuktun” diyerek.”

Artık aile böyle değil. Aileyi homojenize etmek arzuyu keser.

Lacan Freudyen diplomalar veriyor. Halbuki oedipus’i ilk sarsan Lacan’dı…

Sonra kendi yandaşlarının yaramak için oedipusu yeniden yorumluyor.

(Asıl ve tam adı Jacques-Marie Emile Lacan’dır. Jacques Lacan olarak bilinir. 13 Nisan 1901'de Paris’te doğmuş, 9 Eylül 1981 de aynı yerde ölmüştür.)

Oidipus karmaşası ya da Baba'nın Adı :

Oidipus karmaşası, kültüre ve dolayısıyla insan olmaya giden zorunlu bir süreçtir; Oidipus’suz kültür ya da uygarlık olamaz Lacan’a göre. Ancak bu dogal bir karmaşa degil, simgesel bir karmaşadır. Simgesel yapının devreye girmesiyle insan yavrusunun simgesel sisteme geçişini ve bu geçişte oluşan evreleri açıklar.Örnegin, burada da gerçek bir babadan söz edilip edilmediği önemli değildir, önemli olan Oidipus yasasını geçerli kılmak üzere simgesel baba işlevidir, ki bunun tanımı Babanın Adı olarak belirtilir. Böylece simgesel düzene giren çoçuk, kendi kültürel konumunu bu simgesel adı tanımakla edinmeye başlar. Burada dikat edilmesi gereken nokta, Oidipal Yasa'nın özünde simgesel bir yasa olmasıdır.

Parti bürokrasinin parçası olan her şey arzuyu kırıyor. Orada akışkanlık ve aşk yok oluyor.Organsız beden birbirlerinden bağımsız olarak işleyen organlardır.

(Bir bir birlikte olanlar belki de)

HAFTAYA “BİN YAYLA”………………………………………………….




Bin Yayla,Fransız filozof Gilles Deleuze ve psikanalist Felix Guattari tarafından yazılmış bir kitaptır. Bu iki yazarın beraber yazdıkları ve başyapıtları olarak kabul edilen Kapitalizm ve Şizofreni adlı eserlerinin ikinci bölümünü oluşturur (ilk kitap Anti-Ödip'tir). Bu kitap her biri özel bir tarihle ve başlıkla belirtilmiş bir dizi "yayla"dan oluşmaktadır (bu ifade Gregory Bateson'dan alınmıştır). Her bir yayla dünyada merkezi bir rolü olan kendine özgü bir çağa ya da tarihe karşılık gelir. Kitap Deleuze ve Guattari'nin hiyerarşik (ya da ağaç biçimli) örgütlenmeye olan bakışlarını ortaya koyar. Yazarlar bunun karşısına daha az yapısal, "köksapsal" bir büyümeyi koyarlar. Göçebe savaş makinesi devlet aygıtının karşısına yerleştirilir. Son yaylada noosfere çağrı yapılır.

İngilizce'ye Brian Massumi tarafından çevrilen eserin henüz Türkçe basımı yapılmamıştır.

Kapma Aygıtı, Üç Öykü veya Ne Oldu? (Henry James, Fitzgerald, P. Fluetiaux) metinleriyle Gilles Deleuze ve Felix Guattari'nin 'Mille Plateaux' (Bin Yayla) - 'Kapitalizm ve Şizofreni' kitabının çevirilerine devam ediyoruz. Bu kitapta yine Dumezil'in tezlerinden yola çıkan Deleuze ve Guattari, eski Hint-Avrupa mitologialarındaki eski Yunan şehir devlet-toplum ilişkilerini devletin 'kapma' aygıtı açısından incelerler. Görüleceği gibi hep iki kutupluluk vardır ve her şey ikisinin arasında geçer. ortaya çıkar.

Marx'ın üretim biçimleri kuramına yeni bir bakış getirir ve 'bir üretim biçiminin devlet tarafından yapılmaktan çok devletin üretiminden bir biçim ortaya çıkarttığını' yazarlar. Bu şekilde de evrimci bir gelişmeyi öngören son nedenleri ortadan kaldırırlar. Nedensellik ilişkisini yok ederler ve bunun sosyal bilimlerden önce fizik tarafından yok edilmiş olduğunu söylerler


FUAT ONAN' ON TANE SAYGILAR AN TANE SEVGİLER!






17 02 2011 3

1972 Anti-Ödip

( Bu kitabın adı: Anti- Ödip: Kapitalizm ve Şizofreni. İngilizcesi Pandora’da var. )

1980 Bin Yayla yazıldılar.

Demokratik rejimler kendi içinde nasıl bir etno-regulasyon sistemi kurmaya başladı.

1976- ‘da Foucault ona biyo-politika diyor.

O günün içinde yazılan Bin Yayla’nın bağlamı bugün değişiyor. Resome çok önemli Bin Yayla için.

Köksap psikanalizin dil ile ilişkisine karşı bir savaş makinası olarak işlemeye başlıyor.

Göçebe işleyişi. Düşünce nasıl yazılır? İle başladı kitap. Yaylalardan oluşan düşünce nasıl yazılır?

Kolektif üretim var. İki kişi değil tek kişi üretiyor. İsimlerini bu yüzden kullanmışlar. Herkes isim kullanıyor. Kullanmamak ayrışmak olurdu.

Yayla kavramı ilk Gregory Bateson’dan geliyor. Ona göre yeğinlik ve titreşimler gibi kavramları barındırıyor.

(Gregory Bateson’dan : 1904-1980 arasında yaşamış, psikiyatri karşıtı fikirleriyle tanınan antropolog, sosyolog ve sibernetik kuramcısı... 1973 tarihli “aklın ekolojisine doğru” isimli kitabı epeyce ünlüdür...

Bateson “masumiyet ve deneyim” isimli yazısında şunları söyler:

“...neyi taklit ettiğimize dikkat etmeliyiz. çünkü zaman içerisinde kısmen de olsa ona dönüşürüz: ‘öyleymiş gibi davranmak’, hayatı anlamlandırma yöntemlerinden biri haline gelir... taklit esnasında öğrendiklerimiz, bizi tanımlayan karakterimizin dinamik yapı taşlarına dönüşmeye başlar. tıpkı biçim ve içerik arasındaki ilişkide, içeriğin kolay algılanabilen örnek kalıplardan (= patterns) ibaret hale gelmesi gibi...”)

Deleuze’e göre Sartre bir kesişme noktasıydı. Ona ait nesil Foucault, Derrida,... bir tıkanma yaşıyor.

Politikalar yüzünden düşüncenin sürdüğü bir ortam var. Herşeyi olumlayan entellektüel gazeteci grubu ve herşeyi reddeden muhalefet yüzünden Fransa’da özgür konuşma ortamı yok ve felsefe tıkanmış.

Sansür yok, oto-sansür var(!!!) Sansür olsaydı mücadele edilirdi. Ama sessiz ve sansürsüz ve de oto-sansürlü bir ortam var.

O yüzden G ve D Bin Yayla’yı yazarken çeşitli sosyolog, sanatçı ve filozoflarla çalıştık diyorlar. Oto-sansürsüz ortam kurmaya çalışıyorlar.

Bourdieu, analiz yapma kapasitesi yüksekken, sosyolojinin bilimselliği ile uğraştı diyor Deleuze. D. ve G. bu disiplinlerin nasıl işlediğini sorguluyorlar!

Kitap anti-ödip’i nasıl yazdık ile başlıyor.

Birey yok bireyleşme var. Birey çizgilerden oluşuyor. İki kişinin herbiri bir çokluk aslında. Bir bireyin içinde çok insan var. Bireylerin kolektif kesişme anları var. Hafıza yok. Bellek geçmişi blok halinde an’a getirir.

Birey kimliksiz, cinsiyetsiz aslında... Kitap tez çıkarmak değil, dağıtmaya yönelik. Dışa yolculuk.

Kaçış önemli! –Lawrence’ın edebiyat tanımı da bu yönde. Kafka’nın dönüşümü, Camus ve de...

Anı yazmak değil, kaçmak ve yolculuğa çıkmak önemli. Yönsüz kuşlar örneği. Bir etiği ve sistemi var onun da...

ÇOKLUK KAVRAMI

Karşı karşıya duran iki kavram çokluktur.

Buna Bergson ‘Çoklulaştırma’ diyor.

Yaylanın ne odak noktası ne de geleceği var. Ne objesi ne de nesnesi var. Tarih hızlanma ve ağırlaşma anlarından oluşuyor. Yayla jeolojik katmanlar silsilesidir. Dualizm yok bir oluş içerisinde olma var. Antogonizma ve diyalektik yok.

..........................................

notlar: postmodernizmin kökenleri ' Perry Anderson + sanat ve iktidar 'Ali Artun

(Postmodernizmin Kökenleri, Perry Anderson, İletişim Yay. ' kitaptan dolaylı alıntılamalar)

(Ali Artun’dan notlar kalın(bold) karakterle aktarıldı.)


Postmodernizmin tarihsel analizi:


Modernizm 1890’larda Peru’da edebiyatta ortaya çıkmış.

1930’da De Onis Kafka, Borges, Brecht gibi kişiler için ULTRAMODERN i tanımlamış.

Modernizm gerilemiş ve ultramodernizm ortaya çıkmış.


Postmodernizm Toynbee tarafından tarihsel olarak kullanılmış. Modernizm’den sonraki dönemi anlatmak için. (1934) Onun anlatımında sömürgecilik eleştirisi var. Batıdaki sanayi işçisi ve Batı dışındaki entelejensiya; Türkiye, Japonya, Çin, Rusya üzerinde durmuş.


Olson 1950’de postmodern’in "post"unu moderni geçmiş yapmak için kullanmış. Şimdi odaklanması söz konusu.


1950’lerden sonra postmodern Amerika ve Avrupa’da kullanılmaya başlanmış.

Sembolik bir tarihle 1970’de postmodern kavramı çıktı denilebilir.


Onson 1972’de bir dergi çıkartmış: Boundary 2...

Bu dergide postmodern kuram edebiyat alanında yazılmaya başlanmış.


Hassan ultramodern diye tanımlanan kişilere hayran ve postmoderni sorgulamış.

Hassan: Postmodern’in temelindeki birlik belirsizlik ve içkinliktir.


De Onis: Postmodernizm biçimsel kaygılarla canlılığını yitirmiş olandır.


Hassan postmodernizmin siyasetle ve edebiyat dışı alanlarla ilgisini kuramamış ve kuramsal olarak savunmayı ya da olumlamayı bırakmış. Kitsch ‘ e dönüşen bir postmodernizmden bahsettiği yazısında postmodernizme veda etmiş.


Ama sonra Learning From Las Vegas yayınlanıyor. Venturi !

Venturi şöyle demiş: İnsan için inşaa değil insanlar için inşaa.

Ve: Mimar olması gerekeni yapmaya çabalamak yerine olanı geliştirmelidir.

Jencks Venturi’nin öğrencisi mimarlıkta postmodernizmi savunmaya ve ürünler üretmeye devam etmiş.

Daha sonrasında Lyotard: Dil-paradoks-perspektif- önemli ve artık hakikatı sergilemek önemli değil. Bir enerji var ve onun dönüşümü söz konusu.


Lyotard Jenks’e ateş püskürmüş: Avangart’ın tüm derdi olanı değiştirmek, öncü olmak. Jencks kapitalizme hizmet ediyor. Kitsch avangartın tersidir.


Lyotard postmodernin temsili kırdığından ve çoşkusu gitmiş bir melankoliye insanları terkettiğinden bahsetmiş.


Jameson’a kadar kimse siyaset ve postmodernizmin ilişkisini tam olarak kuramadığı için görsel sanatlar, kuram, edebiyat hepsi kopuk kalmış. Oysa ortada 2. dünya savaşı sonrası değişen dönüşen toplum, bilgi, ekonomi, teknoloji var.


Toplumun sonu diye tarif edilen bir dönem var.

Toplum üretim ilişkilerinden, kimliklere dönüştü. – etnik, cinsel, dinsel kimlikler-

Bilgi artık muğlak. Başat kavram olarak DİL’le karşı karşıyayız.

Modernizm bir izm ken ya postmodernizm? Modernizm sınırlar koyarken ve gücünü geçmiş ve gelecekten alırken postmodernizm sınırları dağıtıp gücünü şimdiden alıyor.

Zamansallık şimdiki zamana indirgendi.

Demokrasi yerine yönetişim geçiyor.

Sanat, üniversite şirketleşiyor.

Açık toplum – Deleuze.

Modernliğin akıl hali sanatı müzeye, deliyi tımarhaneye kapatmış. ( belki dansı modern dansa; beden yok.) Şimdi nasıl? Açık müze, ofis müze hatta...

Endüstriyel toplumdan post-endüstriyel topluma; fordizmden-postfordizme geçiş.

( Fordizm ilk kez Gramsci tarafından ortaya atılmış. Herkesin özelleşmiş bir işi yapması yıllarca. Post fordizm’de herkes her işi yapıyor. Esnek dağılım.)

Sanat spekülasyonun etkisinde. Sanat müzayedeleşiyor.

Beden dönüşüyor. Post-human (?)

Farklılık kültürü önemli, bireyler farklılıkla varoluyor. Kimlik farklılığı gibi.

Kültür anlamlandırma sistemi olarak kullanılıyor. İktidar dilin içinde örgütleniyor. Dil de kültür içinde üretiliyor.